Serüvenim, annemin her sene en fazla 15-20 adet üzüm tanesi veren asma bitkisini ( ki belki uzunluğu 10-15 metre ) sınırlı toprağına rağmen nasıl geliştiririm düşüncesi ile başladı.Orta boy mavi bir varil tarzı plastik bidonda yıllardır büyütmeye çalıştığı o asmanın uzunluğuna rağmen meyvesinin bu kadar az olması, bana ülkemi hatırlattı.
O kadar çok potansiyelimiz var ama neden bu haldeyiz.Araştırmaya başladım, yalnız hayatımın son 2-3 ayında hızlanan bu eğilim öncesi, bitkilere ait bilgim zerre kadar bile yoktu.Kulaktan dolma bilgilerle araştırma yaparken, gübre nasıl olur, ne faydası olur, evimizde gübre nasıl yaparız gibi bir çok güzel konuya denk geldim.Okurken bile zevk aldım, ve tam da bunların üzerine bana hediye edilen iki adet küçük çiçeği büyütmeye başladım.Her gün gelişimlerine baktım, çiçeğin gövdesinin gün gün kalınlaşmasını, yaprakların çok sulandığında çürümeye yüz tutmasını izledim.Her sabah onları dışarı çıkarıp güneş ışığı almalarını sağladım, hatta onları hayatlarında ilk defa yağmurla tanıştırdım.Ve vakti geldiğinde onları, avuç içi kadar olan yuvalarından alıp, daha güzel ve geniş saksılarına yerleştirdim.
Köklerinin daha derinlere uzanması için bu uzun ve derin saksılar çok iyi gelecekti.Tesadüf bu ya, işim gereği caddelerde sokaklarda çalışıyoruz, yolun kenarına çimlere atılmış belki 1-2 kilo civarında gübre buldum.Bu mutluluğu tarif edemem, çünkü desem ki bir küp altın buldunuz, bu yaşadığım sevinç ondan bile daha büyüktü.Nasıl sevinmem ki, bulduğum gübre atılmış bir gübreydi, ben o atıl gübreyi aldım ve çiçeklerime faydalı olsun diye saksılarına koydum ve doğanın ulvi vazifesini yapmasına imkan tanıdım.
Ne olur ne olmaz gibisinden gübreyi çiçeğin toprağıyla karıştırmadım, gübreleri parçaladım ve saksının üzerine koydum, suladıkça içindeki enzim yada mineral yada faydalı ne varsa toprağa gidecekti.Çiçeğe olan ilgimi gören herkes bana bilgi vermeye başladı, zaten bu üzerine koyma olayını da onlar söyledi, mesela koyun gübresini direk köklere koyarsak çiçeği yakarmış, o yüzden üzerine koyuyorsun ve her sulandığında koyun gübresi toprağa zamanla karışıyor ve zarardan çok yararlı oluyor.
Bulduğum gübrelerde solucanlar da vardı, kısaca körün istediği bir göz Allah verdi iki göz misali, sevincim tavan yapmıştı, çünkü okuduğum kadarıyla solucanların bitkisel artıkları yedikten sonra çıkardığı dışkısı yine toprak için gübre değerinde ve adı da solucan gübresi.Yani çiçeklerimin toprağında umarım solucan gibi yararlı organizmalar vardır da çiçeğim son derece güzel olur.Bu arada çiçeğim, pazarlarda satılır ufacık saksılarda 1 lira gibi bir fiyata, işte o çiçeklerden, orkide falan değil.Basit sıradan bir çiçek ama bana ilham kaynağı oluyor.
Bunları neden mi yazıyorum, belki başkaları da bu sevdanın peşine düşer de biraz olsun şehir hayatından, doğal hayata kaçmaya çalışır, ama aslında söylemek istediğim, hatta haykırmak istediğim, evimizden çıkan bitkisel artıkların, mesela domates kabukları, patates kabukları, çay posası, elma, armut, üzüm artıkları, kısacası evimizde yediğimiz sebze meyve her ne varsa kalıntılarının biraz toprak ve çeşitli basit yöntemlerle ( karıştırma, sulama, süzme, bekletme ) doğal gübre haline neden getirmediğimizdir.Neden bu faydalı artıkları çöplere dökerek doğaya bir darbe daha vuruyoruz, neden evimizde büyüttüğümüz çiçek yada biber, domates gibi bitkilerimizi daha güçlü ve daha çok ürün vermelerinde kullanmıyoruz.Neden daha üst boyutu olarak bunlardan enzim üretmiyoruz, yurt dışında bu enzimlerden kanalizasyonları, atık suları, dereleri temizlediklerini gördükçe kendimize kızmıyoruz.
Aslında her şey gözümüzün önünde, Yaradan doğayı yarattı, her şey döngü içerisinde devam ediyor, ot bitiyor, hayvan o otu yiyor dışkılıyor, o dışkı bekliyor gübre oluyor, o gübre daha çok ot oluyor…
Sanırım bu ölüm uykusuna yatmamız çooook eskilere dayanıyor, ben ilkokuldayken yada ortaokul hatta lise de bile böyle konulara bilinçli yaklaşım görmedim.Yediğimiz ekmeğin, buğdayının nasıl olduğunu, ne zaman ekildiğini, nasıl ekilip nasıl toplandığını bu yaşımda öğrenmekten son derece utanç duyuyorum.Ne olur du yani Ali topu tut diyeceğinize ali tohum ek deseniz, ali ağaç dik deseniz, ali tarla sür deseniz, ne kaybederdiniz… Ne olur du, piknik yapmaya götürdüğünüzde top oynatıp yemek yedirmek yerine çocukları alıp bitkileri ve tabiatı tanıtsanız ne kaybederdiniz.
Ama onlarında suçu yok, onlarda bilmiyorlardı ki, bugün ekeceğin tohumlar, en az 30 sene sonra çiçek açacak, bugün gitti bari yarınımız gitmesin….
Karınca misali maksat tarafımız belli olsun, ben evimde doğal gübre üretmeye başladım, doğaya ait bilgilerimi çoğaltmaya başladım.İnsanlığın doğaya tekrar dönüşü için bende bir ışık olmak istiyorum.Yalnız olmadığımı çok iyi biliyorum, öğrendiğim ne varsa o değerli güzel insanların yazılarından öğrendim ve her nerede olursa olsun dinleyen bir kişi bulayım ne biliyorsam anlatacağım.Makine mühendisi olacak, olmuş yada olmak isteyenlerin biraz da olsun doğaya heves duymaları için ben buradayım…
Sağlıcakla kalın…